Bende kalmasını istemediğim hatıralarımla geldim, gönül kapınızı çalıyorum. Buyur derseniz eğer canınız sıkkınsa bile tebessüm edeceğinize inanıyorum. Keyfiniz yerindeyse de katmerleneceğini düşünüyorum.

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer derler ya öyle bir hatıramla geldim yanınıza.

Anadolunun sakin ve düzenli bir şehrindeki cami maceralarımdan bahsedeceğim. Şimdilerde öğrendiğim x, y, z, kuşaklarını o zamanlar hiç duymamıştık. Bizler hangi kuşağın çocuklarındanız bilmiyorum ama tek bildiğimiz hayatın tadını doyasıya çıkardığımızdı.

Pencerelerinde pembeli morlu küpe çiçeklerinin, tavşan kulağı, şimdilerde siklamen diyorlar ve sardunyaların gülümsediği temiz ve bakımlı evlerin sıralandığı sokakta geçti çocukluğum. Hikayemin geçtiği camiyle aramızda Tatar Hüsnü amcaların evi vardı, yani dibimizdeydi oyun alanımız.

Parke taş döşeli sokağın sonundaki okulumdan eve gelmem 5 dakikamı almazdı. Eve gelirken ,cami bahçesinde cenaze varsa tırnaklarımızı avucumuzun içi kızarana kadar bastırarak saklardık. Nedenini bilmediğimiz çocukça bir tuhaflıktı işte.

Caminin avlu duvarı bembeyaz sarmaşık güllerle bezenirdi. Gördüğüm her tomurcuğun beyazlıkları görünmeye başlarken koparırdım. Bu babaannemin, bu dedemin, bu benim gibi bahanelerle kopardığım güllere üzülürüm, çocukluk işte.

Biraz yaramaz olsak da söz dinleyen çocuklardık. Hayal dünyamız öyle genişti ki, savaş olsa bile cami avlusundaki akasya ağaçlarına saklanacak kadar da saftık. Cami avlusundaki sarı karıncaları pek sevmezdik, gavur karıncası olabilirlerdi.

Caminin şadırvanında bıkana kadar oynadıktan sonra evlerimizden getirdiğimiz süpürgelerle müezzine gider, hoca baba biz camiyi süpürmek istiyoruz derdik. Amacımız cami keşfiydi aslında.

Biz mi çok küçüktük, yada ışığı harika renklerle yansıtan avize mi çok büyüktü öğrenemeden büyüdük…Biraz süpürüyormuş gibi yaptıktan sonra soluğu minarede alırdık. Döne döne çıktığımız daracık ve toz kokulu merdivenlerden nefes nefese çıktığımız şerefeden ,usulca seslenirdik sokaktaki arkadaşlarımıza.

Bulgaristan göçmeni yaşlı bir dede ezan vaktinden yarım saat önce gelip, kızarak  aşağı indirene dek sürerdi minare sefamız . Sesi güzel olmamasına ve makamlı okumamasına rağmen başka birilerinin okumasına izin vermeden çıkar otururdu şerefede.

Avlunun tabutluk bölümüne yaklaşmaya kimse cesaret edemezdi. Haif aralık kalan tabutun içinden ölü çıkacak zanneder fellik fellik kaçardık.

Hoca baba dediğimiz nam ı diğer TOPAL HOCA okul tatillerinde Kuran okumayı, dini bilgileri öğretirdi. Bizden büyük olanlar çat pat okumaya başlardı. Bizler de hoca gelene kadar seslerimizle yankı yaptırır köşe kapmaca oynardık.

Bazı akşamlarda vefat eden yakınlarına mevlit okutturanlar olurdu ki, bizlere şenlik kabilinden. Abdestimizi erkenden alıp, burnumuza kontrolsüzce çektiğimiz suların yaşarttığı gözlerle kimler ağlıyo diye bakışırdık. Sıra sıra dizildiğimiz duvar dibinden tüm seremoniyi dikkatlice izlerdik. Ezberlediğimiz tekrarlar sırayla başlardı.

Önce demir bir kürek içerisinde BUHUR yakılır, tütsüsü camide gezdirilirdi. Bunu genellikle erkekler yapardı yere ateş düşmesin diye özen gösterirlerdi. Karanfili andıran harika bir kokuydu.

Hah bu bitti şimdi gül suyu gelicek diye fısıldaşırdık. Çok zordu mevlit şekeri için sabretmek.

Gül suyu konan çok zarıf  gümüşten ibrik gibi özel kaplar vardı. Hızlıca salladığınızda avcunuzu gül suyuyla doldururdu. Tanıdıklarımızın mevlidiyse çok önemli bir görev yapıyormuşçasına bizler dökerdik o hafif ekşimsi gülsuyunu.  Artık iyice sıkıldığımızdan gülüşmelerimiz artardı, sesimizi kısmaktan yorulurduk.

Şekerler geliyooo cümlesiyle bir rahatlardık ki tarifsiz. Renk renk akide şekerlerinin içindeki beyazlıklar bile nasıl da parlaktı.En üstte 3 akide şekeri altta da sıradan mevlit şekerlerinin olduğu külahları alan herkesi bir sakinlik sarardı.

Anında bir kütürdü başlardı bizim sıralandığımız duvar dibinde. Kimimiz hemen bitmesinden korkarak şaplayarak emerdik,  kimimiz de sabredemeden kütür kütür yerdik.

Daha ilahi faslı başlamadan hadi artık şekerlerinizi aldınız evinize gidin derlerdi. İtirazsız kalkar kalan şekerlerimizi saymak için sokak lambasının altına koşardık . Dişimiz mi çürür sağlığa  zararlımıdır bilmeden anı yaşar mutlu olurduk.

Yapış yapış ellerimizle, şekerli bulaşık yüzümüzle evlerimize dağılır  maceramızı sonlandırırdık.

Aynı sevinci ve heyecanı torunlarımın da yaşamasını çok isterdim. Soğuk ve bana göre sevimsiz olan sanal oyunlardan uzaklaştırıp , kendi zamanımın gerçek oyunlarıyla tanıştırmak isterdim.

Akide şekerleri mi daha tatlıydı yoksa çocukluğumuz mu, karar vermek zor…

Kadriye Başkaya Kurtuluş

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner44

banner43