Gün doğmadan uyandığım bu sonbahar sabahında duygular, düşünceler art arda sıralanıyordu. Kimi uzun, kimi kısa. Eskimiş ya da yeni olanlardan.
Hiç ayrım yapmadan, seçme şansı bırakmadan uğruyorlar aklıma, ruhuma ve hayalime kısacası tüm duygularıma. Varlıklarını hissettirip geçiyorlar ya da geçemeyip takılı kalıyorlar.
Hepsini hayali bir bavula doldurup, gerektiğinde çıkarmayı planlasam da zaten tıka basa dolan o bavulun fermuarlarına takılıp dışarıya çıkmaya can atıyorlar. Hayır diyorum, sıranız geldiğinde ya da gerektiğinde almak istiyorum desem de aklımın kıvrımlı bavulundan uçuşuveriyorlar. Bazen yakalamakta ve ait oldukları yerde bırakmakta zorlanıyorum.
Şu satırları yazmama da sebep oluyorlar işte. Hasbihal ediyoruz zaman zaman.
Bazılarının gün ışığına çıkmasını istemiyorum, sanki büyüsünün bozulacağı hissine kapılıyorum. Bazılarına da “hiiişt” diyorum zamanı var biraz daha sabredin.
Kimisi çok narin ve kırılgan yapıdalar, hoyrat rüzgarların kırmasından korkuyorum. Kıymet bilmezlerin gadrine uğramalarından çekiniyorum. Elimde sihirli bir değneğim ve seçme şansım olsaydı narin yapılıları ince ruhlu insanlarla tanıştırmak isterdim.
O sır dolu bavulun içinde kıpır kıpır olup yerinde duramayanlar, coşkulu sesleri dışarı taşanlar var. O an çalan orkestraya eşlik edenler de, motivasyon artıranlar da var.
Geçmişin ağırlıklarıyla yorulan, biraz da renk atmış, gerektiğinde aktarılmak üzere biriken tecrübeler de mevcut.
“Keşke…” dedirten, yürek üşütenler, göz yaşlarını seylap edecek olanlar da o fermuarı zor kapanan bavulun bir köşesinde bekliyorlar. Allahtan, gülmek için mazeret arayanlar ile neşeli ruhlar yan yana dizilmişler de yardımlaşıyorlar.
Ya o çok romantik olanlara ne demeli, aldığı güzel bir çiçeğin rengini, kokusunu şeklini sahiplenen, pozitif enerjilerini ayna misali yansıtmak için can atan sıcacık ruhlu olanlar da yerlerinden memnun olarak bekliyorlar.
Ah o hiç karşılaşmak istemediğimiz ölümler ve ayrılıkların en derinlerde bıraktığı izler... Onların sessiz ve sakin halleri. Ne kadar ötelesek de karşılaşacağımız en büyük gerçeğin sırasını bekliyor olmasının bilinci...
Hele bir de anlaşılmayı bekleyenler yok mu, gün yüzüne çıkmak için sabırsızlananlara ne demeli? “Ne zaman, ne zaman” diye zorluyorlar ya, tam olarak hiçbir zaman anlaşılamayacaklarını da söyleyemiyorum.
Endişeleri ve hayal kırıklıklarını da mümkün olduğunca, o kıpır kıpır olanların, mutlu olmak için bahane arayanların yanına yerleştiriyorum. Dengeleniyorlar, “hah şöyle” diyorum yardımlaşın bakalım biraz.
Bavulun en gözde yeri de umutların ve hayallerin sıralandığı bölüm. Renk renk, ebemkuşağı misali ılık esen rüzgarlarla uçuşuyorlar. Uğradıkları her alana enerjilerini de götürüyorlar. Karanlık ve kasvetli bölümleri renklendiriyorlar. Soğuk alanları ısıtıyorlar, küçük tohumları yeşertiyorlar.
En dipte ve karanlık bölümde yer alan ölüme ve ayrılıklara bile ulaşıp ışık olmaya çalışıyorlar.
Her biri de benliğimin gün yüzüne çıkmak için yarışan soyut kavramları. Sonbaharın son günlerinde, sararmaya yüz tutmuş tabiatın yine de tüm ihtişamını sergilediği bu Ege sabahında, kağıda dökülüveriyorlar...
Kadriye Başkaya Kurtuluş
31 Ekim 2024
Güzel insan elinize dilinize yüreğinize sağlık içinizde bu cevherin olduğunu biliyordum ama bu kadar olduğunu bilmiyordum harikasınız