Roma, Yunan, Mısır, Hint medeniyetleri toplumsal yapıları itibariyle belirgin sosyal sınıf farklılıkları barındırmaktaydı. Roma’da insanlar, köle – patrici – plep diye ayrıma tabi tutulurken, Yunanistan’da köle – hür, Hindistan’da parya – surda – vaizya – kşatriya -brahman; Mısır’da köle – rahip – soylu ayrımı vardı.
Köle ve efendi ayrımının sadece antik çağa özgü olmadığı, İngiliz sömürgelerinde köleliğin 1834’de yasaklandığı göz önüne alındığında daha iyi anlaşılmaktadır.
Diğerlerinin aksine Türk Milleti’nde, kesin ve uzlaşmaz bir sınıfsal ayrım yoktur. Orta Asya’dan, Avrupa ve Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada devletler kuran Türklerde, devlet işleyişinin doğal gereği olarak yönetici zümresi mevcuttu. Ancak, Türk toplumunda, doğuştan gelen ve değiştirilmesi mümkün olmayan katı ayrışmaların varlığından söz etmek mümkün değildir.
Halife Kasım’ın sarayında kendi milletleri ile övünen Arap ve Acem şairlerine, orada bulunan bir Türk şairinin verdiği görkemli cevap meselenin özünü tek cümleyle dile getiriyordu.
‘’Benim doğduğum topraklarda Tanrı köleler yaratmaz’’
İşte biz köle yaşamaktansa özgür ölmeyi şeref sayan bu millete aşığız.
Bu büyük milletin çocukları tarih boyunca özgürlüğün kavgasını verdiler. Zulmü ortadan kaldırıp hakkı hakim kılmak için dövüştüler.
Bağımsızlık aşkımızı ne Cengiz’in delirmiş süvarileri, ne birleşik Avrupa’nın gözü dönmüş şövalyeleri, ne de İtilaf devletlerinin ateş kusan gemileri yok edebildi.
Geldiler, kan döktüler ancak bu asil milletin bağımsızlık aşkı karşısında diz çökerek geri döndüler.
‘’Ben yaşayabilmek için, kesin olarak bağımsız bir milletin evladı olarak kalmalıyım. Bu yüzden milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir.’’ diyen rahmetli Atatürk Türk’ün karakterini nasıl da güzel özetlemekteydi.
Türk Milleti’nin yiğit çocukları, hak ve bağımsızlık uğruna sayısız kez, eşine ancak masallarda rastlanabilecek kahramanlıklar yaptılar. Nefes alır gibi, su içer gibi yaptılar hem de bunları. Göz kırpmadan, düşünmeden yaptılar. Bu yüzden, yerler, gökler ve bütün bir tabiat onlarla hemhal oldu. Bütün canlılar bu yürekli çocuklara saygı duydu. Bu emsalsiz saygı karşısında onlar daha da mütevazi olmayı seçtiler. Onlar tevazu gösterdikçe saygınlıkları daha da arttı.
Kadim milletlerin yok olduğu coğrafyalarda Türklerin var olabilmesi bu terbiyelerindendir. İşte biz bu terbiyeye aşığız.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin 9 Şubat 1969’dan bu yana ortaya koyduğu mücadele, işte bu tarihi misyonun devamı olup Türk Milleti’ne duyduğu derin bağlılık ve aşkın tezahürüdür. MHP, karşılıksız ve sınırsız bir sevgi ile milletine hizmet etmek, milletinin varlığını ve birliğini korumak, Türk Dünyası, İslam Alemi ve bütün insanlık için adalet ve özgürlük mücadelesi vermek için vardır.
Bu olguyu fark ve idrak eden herkesin buluşma adresi MHP olmuştur. Bu adres Türk Milleti’nin kendini güvende hissedeceği tek adrestir. Bu adreste ihanet yoktur, bu adreste yolsuzluk yoktur, bu adreste aldatma yoktur.
Çünkü MHP, rahmetli Alparslan TÜRKEŞ’in şu çağrısıyla kurulmuştur:
“Ben Türk milletini; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen – çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir.”
Şüphesiz ki bu asil çağrı millet aşkının yansımasıdır. Bu aşkı anlamayanlar ya da bu aşkı taşıyamayanlar 700 yıl öteden bize aşkın anlamını anlatan Mevlana’nın beyitlerini okumalıdırlar.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!
SELAM DOĞRU YOLDA GİDENLEREDİR.