Hastane randevusuna zamanında yetişebilmek için epeyce çaba sarf etmişti. Ertesi gün bir programı varsa, bir gün öncesinden tüm işlerini ayarlardı.
Mümkün olduğunca yemeklerin ön hazırlıklarını akşamdan yapar, erkenden de pişirirdi.
Küçük oğlunun okulu eve yakın olduğundan, öğlen yemeğine geldiğinde sofrası hazır olmalıydı. Her şey olması gerektiği gibi olmalı evin düzeni aksamadan devam etmeliydi.
İleri bir tetkik için gönderildiği araştırma hastanesinin sonuçları değerlendirilecekti. Meraktan içi içini yese de hissettirmemeye çalışıyordu. Oğlu üniversite sınavına hazırlanıyorken, kimse üzülmesin diye dua ederek akşamdan toparladığı evine bir göz attı. Seviyordu evini, duvarlara ve eşyalara sinen pozitif enerjinin huzur veren havası devam etmeliydi. Bu sıcak yuva tüm ailenin sığındığı limandı. Gelen misafirler de o limanda huzur bulur, gönül sofrasında ağırlanırdı. “Allahım evimin huzurunu daim eyle” diyerek kapıyı usulca kapattı.
Beş dakikalık yürüme mesafesindeki durağa giderken, hafif hafif esen rüzgarın serinliğini hissetti. “Bu mevsimde de insan nasıl giyineceğini şaşırıyor” diye düşünürken, bir yandan da özenle dizayn edilmiş bahçeleri izleyerek durağa doğru ilerliyordu.
Durağa vardığında peşi peşine gelen otobüslerin hiçbiri hastane yönüne gitmiyordu. Okul saati olmadığından durak pek kalabalık değildi. “İyi oldu, rahat giderim sonuçlarım da güzel gelir inşallah” diye düşünürken beklediği otobüs de gelmişti.
Önündeki iki kişinin binmesini bekledikten sonra bindiği otobüste boş koltuk olmadığını gördü. Arka taraflarda rahatça tutunabileceğini düşünerek ilerledi.
Orta yaşlı ve hafif kilolu, oldukça bakımlı ve şık giyimli iki hanımın yanında durdu, koltuk tutamacını sıkıca tutup dışarıyı seyretmeye başladı.
Nedense bir huzursuzluk hissettiğinde o iki hanımın rahatsız edici bakışlarıyla gözleri buluştu. Sebebini bilmediği bir tedirginlikle keyfi kaçmıştı. Bu hanımların bakışları kendini süzdükten sonra ellerinde odaklanıyordu. Tuhaf bir mahcubiyet duygusuyla tutunduğu yerden uzaklaşıverdi.
Bu kadınların başka işi yok muydu da durduk yerde canını sıkmışlardı. Tamam,onların bu tavrına anlam verememişti ama kendisi niye ellerinden mahcup olmuştu da saklamak daha doğrusu o rahatsız edici bakışlardan uzaklaşmak ihtiyacı hissetmişti?
“Al işte, kafanı yoracak bir mevzuyla güne başladın, dur be kızım tahlillerin nasıl çıkacak bilmiyorsun, belki olumsuz bir şeyler duyacaksın motivasyonunu niye düşürüyorsun” diye kendi kendine söylendi.
“Of bu sıkıntılı kadınların bulunduğu otobüsten inmeme iki durak kaldı ve bir daha görmem zaten” diyerek derin bir nefes aldı.
Doktor randevusuna yarım saat kala gelmişti hastaneye, boş bulduğu koltuğa usulca oturup beklemeye başladı. Aklı ve gözleri sürekli ellerini izliyordu. Bugüne kadar hiç farkına varmamıştı, elleri gerçekten de çok yıpranmıştı. İhmal ettiğinden dolayı da suçluluk hissetti.
Düşünceler düşünceleri takip ederken dalıp gitti. Canından çok severek büyüttüğü çocuklarını ilk defa bu elleriyle kucaklamıştı.
Misafiri eksik olmayan evinin tüm işlerini bu eller yapmıştı. “Herkesin beğendiği yemekleri ve tatlıları da bu saklama ihtiyacı duyduğun eller yaptı nasıl da unuttun” dedi kendi kendine.
Seneler önce bir kitapta okumuştu, aklına geliverdi, “demek ki bu gün o dersi almalıymışım” diye düşündü.
Evinde tarhana, erişte, salça ve turşu yapan kadınlarla evli olan erkeklerin daha şanslı olduğunu ve bundan gurur duyduklarını okumuştu. Hepsini en lezzetli haliyle bol bol yapıp, eşe dosta da verirken ellerini yıprattığını hiç düşünmemişti.
Sağlık ocaklarının pek yaygın olmadığı dönemlerde gece gündüz demeden ateşlenen ya da ağrıdan kıvrananların iğnelerini yapıp, iyileşmelerine vesile olmuştu. Tansiyon hastası dedelerden, ninelerden de çok dua almıştı, bu eller şifacıydı.
Bugüne kadar sayısız örgüler ve nakışlar yapıp hediye ederek ne gönüller almıştı. Bu yaşına kadar hiç yardımcısı olmadığından hayatın tüm gailesinde, sıcak soğuk demeden sessizce itaat etmişti elleri.
Nasıl da üzülmüştü utanarak saklama ihtiyacı duyduğu ellerini incittiği için. Avucuna aldığı parmaklarına hafifçe dokunarak sevmeye başladı. Nasıl da güzellerdi, istediği tüm hareketi yapıyorlar, duygularını da beynine iletiyorlardı.
O parmaklarının hareketsiz olma ihtimalini düşünmek bile istemediğinden başını hafifçe sağa sola salladı. Güzelliğin göreceli bir kavram olduğunu biliyordu da bugün iyice anlamıştı.
Dış güzelliği tamamlayan iç güzelliğiydi, merhamet ve empati yeteneğiydi. Kendi kendine iyi bir iç muhasebesi yaptıktan sonra, “canım ellerim sizleri çok seviyorum ve özür diliyorum. Arkadaşlarınız olan tüm organlarımı, hücrelerimi, beni ben yapan duygularımı da çok seviyorum, her birinize ayrı ayrı minnettarım” diye geçirdi içinden.
“Lütfen, son nefesimize kadar beraber devam edelim bu yolculuğumuza” diyerek iç huzuruyla derin bir nefes aldığında adıyla seslenildiğini duyarak kapıya doğru ilerledi.
Kadriye Başkaya Kurtuluş.
4 Eylül 2024