Çekmeköy Haber
2024-07-23 11:31:50

Eskimeyen Bayramlar

Kadriye Başkaya Kurtuluş

23 Temmuz 2024, 11:31

Merhabalar efendim, şu satırları okuyacak olan herkesi çocukluğumun eskimeyen bayramlarına götürmek istiyorum. Kendi hatıralarınızın izini bulacağınızı ümit ediyorum.

Yok, bayram şekeri ya da mendili de istemiyorum, eşlik etmeniz yeterli olacak. Anlaşılmak ne güzel hediye değil mi?

Günümüzde herkesin dilinde olan,” ahh nerde o eski bayramlar” cümlesinin içini dolduran bayramları yaşayan kuşağın çocuklarıydık. Yarım asır önce AVM lerin olmadığı, tatillerde köydeki akrabalarımızın yanına gidildiği zaman dilimindeydik. Yani bayramlar tatil olarak değerlendirilmez, bayram gibi yaşanırdı. O zamanların unutulmaz hatıraları düğünler ve bayramlardı... Hayatımız rutin akışından çıkar, sevinip mutlu olduğumuz harika bir zaman dilimine girerdik.

Yaz aylarına denk gelen bayramlar daha renkliydi. Kış bayramlarında hazır kazak ve pantolon alınıverdiğinden bayrama hazırlanma seremonisi kısa sürerdi. Yaz bayramlarında entari dikildiğinden 10 gün öncesinden başlardı alış veriş fasılları.

SÜMERBANK mağazasının yolunu tutar, kendine has kokusunu hissederek çıkardık gıcırtılı ve dar merdivenlerden. Her bayram ve hıdrellezde uğradığımız mağazanın çalışanlarına da aşinaydık. Gül kurusu renkli, terilen kumaştan dikilen pileli elbsemle yaşadığım bayramı anlatıyorum sizlere.

Çok nadir gittiğimiz alış veriş faslımız bitmesin isterdik. Öncelikle elbiselik kumaş alınır,terzinin istediği düğmeler,makara ve tela(yaka ve manşetlere kullanılan kağıt türü) için tuhafiyeciye gidilirdi. Ardından ayakkabıcı ve şekerciler gelirdi.

Eskişehir’de tüm mağazalar yan yana dizilmişler de bizi bekliyorlardı sanki. Günümüzdeki gibi mağazalara özel çantalar ya da poşetler yoktu. Yapılan tüm alış verişler özenle paket kağıtlarına sarılır, duvarda asılı iplerle bağlanırdı. Elips şeklindeki makaralara sarılmış, naylon yada pamuklu ipler, gerektiğinde hareket edebilecek biçimde duvara monteliydi.

Tabanı ahşap döşemeli tuhafiyeci dükkanında kulağımız radyoda kısık sesle çalan müzikle, burnumuz kolonya kokusuyla, gözler de muntazam dizilmiş raflarla ağırlanırdı.En güzeli de –“buyurun efendim , nasıl yardımcı olabiliz “ diyen tezgahtar kızın nezaketiydi.

Terzi malzemelerini alan annem çantasından çıkardığı tırtıklı cam şişeyi uzatır, ak zambak kolonyası doldurturdu. Tansiyon aletinin pompası gibi bir pompayı fıs fıs fıs sıkarken bir yandan da dolmak üzere olan şişeyi kontrol ederlerdi. Sıkça hastalanan annem limon kolonyasını hiç sevmezdi, bizde de limon kolonyası hastalığı çağrıştırırdı.

Eh bu fasıldan sonra ayakkabıcı (kavafiye) dükkanlarında alırdık soluğu. Mağaza sahipleri yanında 3 çocuğuyla gelen müşterileri kapıda karşılardı . Hafif loş ve deri,rugan ,lastik ayakkabı kokularının hakim olduğu dükkandaki tüm ayakkabılar bizleri bekliyorlarmış hissine kapılırdım.

Girişte alt kısımda tırtıklı lastik ayakkabılar,naylon ayakkabılar, terlikler vardı. Raflarda ise deri ve rugan ayakkabı kutuları istiflenmişti. Bıkmadan usanmadan model gösterip, fiyatları söyleniyordu. Kısacası her bütçeye uygun seçenekler vardı.

“Küçük hanımım ayağı dar ve uzunmuş, birde şunu deneyelim” demeleri kendimi çok özel ve değerli hissetmemi sağlardı.Neticede bütçemize uygun ayakkabılara annem karar verirdi.

Biraz pazarlık yaparak alınan ayakkabı kutularının bağlandığı iplerden tutarak,çok önemli eşya taşıyormuşçasına şekerci dükkanına giderdik. Eve dönüşteki dolmuş parasının haricinde ne kalmışsa şekercide harcanırdı.

Sırada terziye kumaşı ve diğer malzemeleri bırakmak ve prova faslı olurdu.Renk renk dikiş iplerinden boşalan ahşap makaraları bize verirlerdi. Oyunlarımız ve oyuncaklarımız o kadar sadeydi ki o boş makaralar bile çok değerliydi. Ayakkabımızın tabanına yerleştirdiğimiz makaralarla yüksek topuklu giyenleri taklit eder, gülüşürdük hiçten saadetler dedikleri bu olsa gerek...

Terziden aldığımız kalan kumaşlarla da bayram çerezi toplama çantası dikerdik, çocukluk işte içine de naylon koyardık eriyen şekerler çantamızı kirletmemeliydi.

Annemin günler öncesinden başlayan baklava açma fasıllarını bayram temizliği takip ederdi. Oturma odasında karşılıklı 2 divanımızın örtüleri hep düzgün ve muntazamdı. Bizler yer minderinde ya da sandalyelerde otururduk. Penceremizdeki sakız sardunya , küpeli çiçeği ve fesleğen saksıları en doğal süslerdi.

Sehpanın üzerinde bayram şekeri , kolonya şişesi ve sigaralık vardı. Kimse bilmiyordu nikotinin zararlarını. Kütahya çinisinden yapılmış, sigara dizme bölümleri olan bir nevi vazoyu andıran sigaralıktı işte. Giden misafirlerin ardından, fesleğen çiçeğinin dallarını sallayarak odanın kokusunu değiştirirdik. Günümüzün oda parfümlerinin doğal olanıydı.

Yarı uyur yarı uyanık geçen gecenin sabahında doğan güneş bile daha güzeldi sanki. Kahvaltıdan önce bayramlaşmaya çıkılmazdı ama evimizin yanındaki caminin önüne gidebilirdim. Bayramlıklar giyilmiş, saçlar ak zambak kolonyasıyla ıslatılıp özenle taranmış olarak koşardık caminin önüne.

“Kara kız ayakkabıların ne güzelmiş, fistanın da pek yakışmış” cümlesini duyana kadar etrafta koştururdum.

Maaile yapılan bayram kahvaltılarının olmazsa olmazı Mustafa Kandıralı ve saz arkadaşlarının oyun havalarıydı. Bayrama ahenk katarlardı işte.

Bayramlaşma faslı aileden başlardı. Hiç unutmam bir bayramda babam 2,5 tl vermişti de kendimizi çok zengin zannetmiştim. Mahallenin tüm çocukları meşhur akasya ağacının altında toplanır,en çok harçlık veren komşulardan başlardık bayramlaşmaya. Harçlık vermeleri de güzeldi de bizleri şımartacak kadar yapılan övgülerine paha biçilmezdi.

Çoktan rahmetli olan komşularımızın okuma yazması bile yoktu, psikoloji ya da sosyoloji alimi gibi ruhumuzu okşayacak sözleri söyleyebiliyorlardı. Hiç yaşlanmayan çocuk ruhları söyletiyordu muhtemelen.

El öpmekten, şeker-fıstık yemekten, fazlaca ilgi görüp, biraz da şımarmaktan içimiz bayılınca gölgede devam ederdi çocukça sohbetlerimiz. Harçlıklarımızı tekrar tekrar sayar nerede harcayacağımızın planlarını yapardık. Genellikle annelerimiz ihtiyaçlarımızı gidermek için alırdı da itiraz etmezdik.

Herkes birbirinin akrabalarını tanıdığından, daha kimler gelecek, harçlıklarımız ne kadar olacak muhabbetindeyken, bir baktık ki yakın köyde oturan teyzem, eşi ve çocukları at arabasıyla gelmesinler mi? Çocukluk işte, ablamla bir birimize bakıp kıs kıs gülüştüğümüzün altında saklı duygularımızı ifade edecek uygun kelimeleri bulamıyorum.

Teyzemin çocuklarında şehire bayramlaşmaya gelmenin sevinci, bizde ise adını koyamadığım bir tuhaflık.... Şu satırları yazarken bile gülümsüyorum, iyi ki o at arabasıyla gelmişler, iyi ki o karışık duyguları yaşamışız ve hatıralarımda iz bırakmışlar.

Bizim yaşadıklarımız hayatın ta kendisiydi,farklılıklarla güzelleşiyordu.

Sizlere online yapılan alış verişlerin tekdüzeliğinden bahsetmeyeceğim. Bayram tatillerinde dolup taşan sahil kasabalarından konuşmayacağım. Yurt dışı seyahatleri için fırsat olan bayram tatilleri değildi bizim yaşadığımız.

Kalabalık içinde yalnızlığın üşüttüğü ruhların hüznünden de söz etmeye gerek yok.

Amacım koşulsuz sevgi ve saygının, karşılıklı anlaşılmış olmanın huzuruyla yaşanan bayramların güzelliğini hissettirmekti.

ANI YAZMAK, ÖLÜMÜN ELİNDEN BİR ŞEYLER KURTARMAKTIR. (Andre Gide).

Muhabbetlerimle efendim...

Kadriye Başkaya Kurtuluş

23/7/2024

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.