Yaş 35 olunca, ‘’eskiden’’ diye başlayan cümleleriniz çoğalıyor. ‘’İnsanlar yılları doldurunca değil, ideallerini kaybedince yaşlanırlar’’ denir ama doğum tarihi diye de bir gerçek var yani kaçamazsınız.
‘’ Eskiden ‘’, yani biz çocukken, yani 25 yıl önce, şimdiki gibi değildi memleket. Nasıl mı? Şöyle ki efendim, bir topumuz bile yoktu mesela. Yaşıtlarım bilir, küçüklerim de öğrensin, mahallede topu olan bir- iki kişi ya vardı ya yoktu. Neden mi? Yoktu işte bilmiyorum, top, muz, çilek, spor ayakkabı, marka ürünler falan ayrıcalıklı şeylerdi. Futbol topu zaten sadece ağabeylere mahsus bir sportif gereçti, çocuklar içinse plastik top sahibi olmak büyük bir sosyal prestijdi.
Çünkü topu olan, kaptan olur, takımı kurar, kaleyi seçer, istediğini oynatır, istediğini değiştirir yetmez gibi ihtilaflı pozisyonlarda son sözü söyleme hakkına sahip olurdu.
‘’Bu nasıl iş?’’ demeyin aynen öyleydi. ‘’Top benim değil mi kardeşim, istediğimi oynatırım, istediğimi oynatmam’’ diye bir anlayış hakimdi o yıllarda.
Düşünün, okulunuz tam gün, 1 saat öğle aranız var ve sabahtan itibaren tek beklentiniz öğlen arası yapılacak maç. Annemizden korkmasak eve gidip yemek bile yemeyeceğiz maça geç kalmayalım diye ama el mecbur öğle zili çalınca koşa koşa eve gidiyoruz. Annemizi kandırıp erkenden kaçarsak ne ala, yok kaçamazsak maç zaten başlamış oluyor.
Evden erken kaçmayı başardığımızı varsayalım, sıra geliyor 6’şarlı iki takım halindeki 12 kişilik maç kadrosuna girip giremeyeceğimize. Top sahibi yani doğal kaptan hem kendi takımını hem de karşı takımı oluşturma hakkına sahip ya. Erken gelenlerin sayısı 12 ise, kadro kendiliğinden oluşuyor ama ya 12’den fazlaysa?
O zaman kaptan adam seçecek keyfine göre. Şartlarını açıklıyor tabi, kendisi forvet olacak, kaleye geçmez, daha çok sevdiği ya da daha iyi oynadığını düşündüğü başka bir arkadaşı gelirse istediğini değiştirebilir, top patlarsa topun patlamasına neden olan son vuruşu yapan kişi öder, kendi sakatlanırsa maç biter zira onun olmadığı maç oynanamaz…
Hepimiz çocuğuz, topumuz da yok, maç da güzel, top sahibi de arkadaşımız işte, topunu korumak istiyor düşüncesindeyiz. Topu patlarsa babası kızar ona, o yüzden kadro seçiminde ve kuralları belirlemekte hassas davranıyor diye düşünüyoruz. Kötülük yok lan işte içimizde topumuzu oynuyoruz.
Bir – iki derken bir baktık ki, bu bizim top sahibi arkadaşımız maç dışında da kaptan gibi davranmaya başladı. Hadi maçta topun var kaptansın, maç bitince neyin peşindesin? Neyse yine takılmıyoruz bu işlere ama bu sefer konuşma tarzı falan değişmeye başladı. Yav bu iş nereye gidecek falan derken maçta bağırtı çağırtı çoğaldı. Utanmasa küfür edecek. Eyvah eyvah durum sıkıntı derken bütün paslar bana gelsin, sadece ben gol atayım, bana pas vermeyen oyundan çıkar falan demeye başladı. Üstelik kötü oynuyor, yenilince de ağlıyor. Saymam, tanımam, oynatmam, yaptırmam diyor. Çattık!
Tüm bunlar bizde yavaş yavaş bu durumun sürdürülebilir olmadığını düşündürmeye başladı. Daha da ilerisinde bu antidemokratik tutumun çok açık bir hak ihlali olduğu ve buna boyun eğmenin insanlık onuru ile bağdaşmayacağı fikrini oluşturdu.
Sonunda ne mi oldu?
Yine birgün topunu almış gelmiş, takım kuracak maç yapılacak. ‘’ Hadi yeni takım kuruyorum gelin’’ dedi. Ona dedik ki, ‘’al topunu kendin oyna lan, biz kola tenekesiyle oynarız. Ayakkabımız eskidi diye belki babamızdan azar işitiriz ama senin de afranı tafranı çekmeyiz!’’
İşte futboldan çok iyi anlamamamızın nedeni top benim istediğimi oynatırım diyenlere eyvallah etmeyişimizdir.
Allah’ın izniyle de asla eyvallah etmeyeceğiz!
Selam doğru yolda gidenleredir…