Hep büyük (!) sözler… Büyük (!) pozlar… Büyük (!) hikayeler…
Küresel, makro, stratejik ve sair bir sürü politik replik yükselir kürsülerden…
Öyle ya, büyük adamlar büyük işlerle uğraşır. Ciddi yüzlerleriyle, ciddi ses tonlarıyla, ciddi metinlerini okur… Anlayan anlar, anlamayan anlayana sorsun misali…
Oysa o kadar da büyük değildir sabahın 6’sında kalkıp akşamın 8’inde evine dönen tekstil işçisi Ahmet’in dünyası… Makinaların boğucu gürültüsünü bastırsın diye son ses açılmış Kral Fm’de damar şarkılar dinler gün boyu. Bir yandan overlok, bir yandan hayaller uzar gider. Orta okuldan sonra okuyamamıştır. Biraz tembellikten, çokça yoksulluktan. Çalışıp ev ekonomisine katkı yapması gerekmektedir. En büyük lüksü sigarasıdır, ona bile ayda en az 250-TL gerekmektedir. Maaşının dörtte biri. Sigortası yatsın yeter, ölmez kalırsa 65 yaşında emekli olur belki.
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü hususundaki nutuklarınızı Ahmet’in duyması çok zordur zira yorgun argın eve geldiğinde haberleri dinleyecek hali yoktur. 15 ay askerliğini de yapmıştır üstelik, devlet yeniden çağırırsa gider savaşır, gerisiyle ilgilenecek vakti yoktur.
Kağıt toplayıcısı Mehmet’in de çok büyük bir dünyası olduğu söylenemez. Yazın kavuran sıcağı ya da kışın dondurucu soğuğunda boyundan büyük çuval arabasını çeker. Arabanın demirleri elini yakar yazın, kışın dondurur aynı paslı demir. Onun rızkı çöp konteynırlarının içindeki kartonlarda saklıdır. Ha bir de işe yarar plastikler bulmuşsa değmeyin keyfine. Bugün de yevmiyeyi doğrultmuştur.
Kimsenin hayalinde evladının çöp konteynırlarını karıştırması yoktur. Doktor, mühendis, milletvekili olarak hayal eder ana-babalar çocuklarını. Lakin Mehmet gibi binlercesi ekmeğini böyle kazanır. Ana-babasına böyle yardım eder.
Küresel güçlerin ülkemiz üzerindeki hain planlarına dair büyük tespitleriniz Mehmet’in anlayabileceği türden değildir. Çöpe atılan kartonları sorarsanız anlatır size. Ha bir de savaş çıkarsa, devlet gel derse gider savaşır.
Eşinden gördüğü şiddete dayanamayıp sığınma evine yerleşen Fatma’nın da dünyası çok büyük sayılmaz. Genç yaşta evlendirilmiştir. Koca dayağına yıllarca dayanmıştır ama artık canına tak etmiştir. Kendisine sahip çıkacak ne bir yakını vardır, ne de ekmeğini kazanmak için bir mesleği. Çaresizlik ne kötüdür. Toplumsal baskı, can korkusu ne kötüdür. Tanrı, Fatma’nın imtihanını böylesine zor yapmıştır. Sıcak bir yuvadır tek dileği. Yaşarken nasip olacak mıdır acaba? Hiç umudu yoktur.
Kutsal vatan topraklarındaki 1000 yıllık serüvenimize dair büyük hikayelerinizi dinleyecek hali yoktur Fatma’nın. Namusuyla para kazanıp, sıcak bir yuva sahibi olmaktır tek dileği.
Doğduğu günün ertesinde cami avlusuna bırakılan ve ismi onu bulan polis memurlarınca konulan Umut’un da dünyası sizinki kadar büyük değildir. Yetiştirme yurdunda kendisi gibi ana-babası tarafından istenmeyen yüzlerce çocukla hayata ve topluma karşı kırgın, kızgın büyür. 18 yaşını doldurunca kendisini sokağa bırakacaklarını bildiği için yetiştirme yurduna bile öfkelidir hatta. Hayat ağzından ateşler saçan bir ejderha gibi onu yutmak için karşısında durmaktadır. Ve Umut için umut, kendilerini çağırırken kullandıkları sıradan bir kelimenin ötesinde anlam ifade etmemektedir.
Makro ekonomik dengeler Umut’u çok enterese etmemektedir. Cezaevine düşmeden hayatta bir çıkış yolu bulmaktır onun derdi.
Doğuştan yatağa bağlı yaşamaya mahkum olan Selçuk da büyük dünyalar peşinde değildir. Beyninin hükmedemediği bedeni onu bir ömür eksik bırakmıştır. Garip anası yemeğini yedirir, altını temizler, üstünü giydirir, banyosunu yaptırır, ihtiyaçlarını görür.
İnsanların acıyan bakışları onu daha da kahreder, hayata daha da küstürür, toplumdan daha çok uzaklaştırır. Hırsını çoğu zaman annesinden çıkarır. Nazını bir tek o çeker çünkü. Evinin penceresinden seyrettiği manzara kadardır şehir. ‘’Cennet nedir?’’ diye sorsanız, ‘’koşabilmek’’ diyecektir.
Tarih ve medeniyet üzerine serdettiğiniz akademik söylemler Selçuk’u yerinden kaldırmaya yetmez. O yüzden sizi dinlemez.
Hep büyük işler peşindesiniz ya, hep büyük düşünüyorsunuz, büyük laflar ediyorsunuz ya…
Yav bir gün de küçük(!) hesap yapın! Tekstil işçisi Ahmet’e, kağıt toplayıcısı Mehmet’e, sığınma evindeki Fatma’ya, yetiştirme yurdundaki Umut’a, yatalak Selçuk’a gidin.
Bir gün de onların küçük dünyalarına misafir olun. Onların küçük hikayelerini dinleyin.
Çıkarın şu manşetli gömleklerinizi, parlak kravatlarınızı, önü hiç açılmayan ceketlerinizi!
Derman olamıyorsanız bile umut olun, varlığınızı hissettirin, yanındayız deyin.
Bu sahipsiz, çaresiz, umutsuz insanlara gidin, sesinizi yükseltin, hesapsız kitapsız konuşun, onlar gibi konuşun, anlayabilecekleri gibi, ikna olabilecekleri gibi konuşun! Biz geleceğiz bu adaletsiz düzenin bağrına ot tıkayacağız deyin.
Yemişim küresel güçleri, makro ekonomik dengeleri, kumpası, tezgahı, planı, falanı filanı!
Çıkın şu yere batasıca sırça köşklerinizden.
Gidin ve şu kör olasıca yoksulluğa savaş açın!
Açın da sizinle sonuna kadar gelmeyen namert olsun!
SELAM DOĞRU YOLDA GİDENLEREDİR.