Korku, canlı varlıkların, görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri en doğal tepkidir. Aslında her korku, canlıyı uyaran ve kendini savunmasını sağlayan yararlı bir düzenektir. Canlı, kaçarak saklanarak zorda kalınca da savaşı göze alarak kendini korumaya çalışır.
Genellikle, yeni olan ve bilinmeyen her şey ürküntü verir. Çocuğun güçsüzlüğü ve bilmediklerinin çokluğu düşünülürse, özellikle ilk yıllarda korkuların bolluğu daha kolay anlaşılır. Çocuk çevresini tanıdıkça, beden gücü ve zihin yetenekleri geliştikçe korkularını bir bir yener ve bu şekilde olgunlaşır. Korkuyu oluşturan bütün uyaranlardaki ortak özellik ani ve birdenbire oluş, bunun sonucunda da çocuğun yeni duruma uyum gösterememesidir. Örneğin bir bebek için her şey korkutucudur. Gürültüler, alışılmamış bir nesne, bir yabancı yüz, yüksek ses ve parlak ışık çocuğun korku tepkisi verdiği uyaranlardır. Bir yabancıyla karşılaştığında ya da annesinden ayrıldığında endişe duyabilir. Olumsuz tecrübeler sonucu bebek belli kişilerden ve uyarıcılardan korkmayı öğrenir. İlk korkular uyarıcı düzeyindeki ani değişiklikler sonucu oluşur. Bebek, acıkma, susama, altının ıslanması gibi kendi içinden gelen nedenlerle de korku tepkisi gösterir.
Bir çocuğun ne zaman ve neden korkacağını saptamak oldukça zordur. Korkunun oluşumu, çevredeki koşullara, uyarının veriliş biçimine, geçmiş yaşantılarla, o andaki fizyolojik ve psikolojik duruma bağlıdır. Okul öncesi dönemde, özellikle 2-5 yaşları arasında çocukların korkularında farklılaşma ve artmalar görülür. 2-3 yaş çocukları yüksek seslerden, tuvaletin çekilmesinden, elektrik süpürgesinden, gök gürültüsünden ürkerler. 3-4 yaşlarında bunlara karanlık, dilenci, hırsız, polis ve öcü korkuları eklenir. Bu yaşlarda ana babadan ayrı kalmak tedirginliğe yol açar. Kalabalıkta birkaç dakika ana babasından ayrı kalan 3-4 yaş çocuğunun uğradığı panik herkesçe bilinir. Çocuk yırtınırcasına ağlar, gözlerinde korku ve şaşkınlık okunur. Çoğu kez de altını ıslatır. Gerçekten çocuklar için düşünülebilecek en büyük korku ana babadan ayrı düşmek, ortada kalmak korkusudur. Her tehlikede sığındığı ana babanın kendisini bırakıp gitmesi olasılığı çocuğu sınırsız biçimde tedirgin eder, güvenini sarsar. 4 yaşında doruğa varan korkularda yavaş yavaş azalma görülür. Korkular daha somutlaşır. Köpekten, düşüp yaralanmaktan, bir yerin sıyrılıp çizilmesinden, kesilip kanamasından korkulur.
Anaokulundan dönüşte, anneyi evde bulamamak da çocuk için kaygı yaratır. 6 yaşında korkularda yeni bir artma yaşanır. Hayalet, cadı ve hortlak korkusu alevlenir.’Yatağın altında biri var’ diyerek odalarında yatmaktan çekinirler. Yangından ve hırsızdan korkarlar. Filmlerin çok etkisinde kalırlar. Bu yaşlardan sonra yani 6 yaşından 12 yaşına kadar korkularda genellikle yatışma olur ama eski korkuların arada bir depreşmesi, ya da yenilerinin ortaya çıkması olağandır. 11 yaşından itibaren korkularda özellikle belirgin bir düşüş görülür. Çocuğun başından geçen olumsuz bir olay ya da deneyim onda bazı korkuların oluşmasına yol açabilir. Örneğin hastaneye ilişkin hoş olmayan bir deneyim geçiren çocuk hemşire ve doktordan korkabilir. 2-3 yaşlarında çoğunlukla çocukların kâbus ve korkulu rüya görerek uyandıkları görülür.
Çocuklar, deneylerinin az, düşünme yeteneklerinin sınırlı olması nedeniyle, gördüklerini ve duyduklarını gerçekçi olarak değerlendiremezler. Benzeterek, gördüklerini çarpıtarak, abartarak, süsleyerek korkulu sonuçlar çıkarırlar. Bodrumda gördükleri korkunç hayvandan, karanlık odada saklanan canavardan gerçekmiş gibi ısrarla bahsederler. Hayal gücü geniş olan çocuklar bazı masallara bağlı olarak bir takım korkulara sahip olabilirler.
Çocukluk çağının bu özellikleri göz önüne alınırsa çocukları korkak yetiştirmenin çok kolay olduğu sonucu ortaya çıkar. Tehdit ederek çocuğu yönlendirmeye çalışmak korkuya neden olan bir başka etkendir. ‘Baban geldiği zaman yaptıklarını anlatacağım’ ya da ‘bir daha aynı şeyi yaparsan seni doktora götürüp iğne yaptıracağım’, şeklindeki ilkel tehditler yıllar boyu sürebilecek bir takım korkuların yerleşmesine neden olabilir. Gerçekten de ülkemizde ana babalar, çocuk bakıcıları, anneanne ve babaanneler korkuyu bir disiplin aracı olarak kullana gelmişlerdir. Çünkü uyumayan bir çocuğa ‘hav hav geliyor, uyumazsan öcü gelir seni alır, götürür!’ denince sesi soluğu kesiliverir.
Kimi aile yapısında çocuk korkutulmadığı halde ürkektir, korkaktır. Anneler çocuklarını hiç korkutmadan eğittiklerini övünerek söylerler. Ancak yapılan görüşmeler sonucunda annenin kendisinde birçok korkular olduğu ortaya çıkar. Bu tip anneler yanlarına kedi, köpek yaklaşınca ürküp sıçrayan, evde böcek görünce çığlığı basan, eşi evde yokken çocuklarını yanına alarak yatan, sık sık çocuklara kapıyı yabancılara açmamalarını öğütleyen, kapıya ikiden fazla kilit taktıran annelerdir. Bu durumda evde çocuklara yönelik bir korkutma yoktur; ama annenin aşırı korkaklığı ve ürkekliği çocuklara da geçmiştir. Korkutma yönteminin hiç kullanılmadığı evlerde sıklıkla görülen bir başka durumda aşırı koruyucu ve kollayıcı tutumdur. Bu tutumla yetişen çocuğa ‘aman düşersin! Çocuklara sokulma döverler, merdivenlerden yalnız başına inme ‘ diyerek çevrenin tehlikelerle dolu bir yer olduğu inancı aşılanır. Özgürlüğü bu denli kısıtlanmış bir çocuk neyin tehlikeli, neyin tehlikesiz olduğunu öğrenmeye olanak bulamaz, her şeyden ürker. Denemeye fırsat verilmediği için kendine güveni gelişmemiş bir çocuk tabiî ki ilk denemelerinde düşecek, ya da ürkütücü bir durumla karşılaşacaktır.
2-3 yaş çocuklarının gerçekten korunmaya gereksinimleri vardır. Oyunlarının denetlenmesi, görünür ve görünmeyen tehlikelere karşı önlemler alınması gereklidir. Çocuğa yapılacak uyarılarda soğukkanlı ve gerçekçi olmalı, tehlikeler abartılmamalıdır. Örneğin bir beş yaş çocuğunu tehlikesiz bir bahçede oynamaya bırakmak, ara sıra pencereden denetlemek yeterli olabilir.
Çocuklarda görülen kimi korkulardan ana baba ve yakın akrabalar sorumlu tutulamaz. Aile ve çocuğun elinde olmayan çok çeşitli nedenler çocukta korku başlatabilir, ya da olağan saydığımız korkuların artmasına ve uzamasına yol açabilir. Kaza geçirmek, evin soyulması, ev dışında korkutulmak, deprem, yangın, su baskını gibi doğal yıkımların etkisi erişkin yaşlara dek süren izler bırakırlar.
Ev dışında tanık oldukları büyük kavgalar, yaralanmalar ya da ölümle biten kazalar da çocukları belirgin bir süre tedirgin eder. Sık sık hastaneye yatan ve arka arkaya ameliyat olan çocuklarda da korkuların yer etmesi doğaldır.
Kuşkusuz bu çeşit korkularda ana babaları suçlayamayız. Ancak unutmamak gerekir ki korkak yetiştirilmiş ya da çok korunmuş çocukların bu durumlarda örselenmesi daha kolaydır. Ayrıca elde olamayan bu korkuların yenilmesi, çabuk atlatılması da ana babaların uygun tutumuna bağlıdır. Bahçede oynarken kaza geçiren bir çocuğun evde ana babanın kanatları altında tutulması çocuğa kazalardan sakınmayı öğretemez. Tersine daha güvensiz, daha ürkek yapar.
Yaşına göre çok korkak ya da korkuları çok süren çocuklarda ana babanın şu önerilere uyması yararlı olacaktır. İleri düzeyde yerleşmiş korkular başarılı bir eğitim yöntemi, çocuğa verilecek sevgi, güven ve kendine güvenme duygusuyla giderilebilir. Korkunun tedavisi uzun süreye gereksinim gösterir.
Çocuğunuzun korkuları karşısında sert tepkilerden kaçının ‘koskoca çocuk oldun, hiç korkulur mu’ gibi sözler korkuyu azaltmaz. Korkularından dolayı, çocuğu ayıplamak ve utandırmaktan kaçının. Korkularıyla alay etmeyin, korkunun üstüne gitmeyin. Korkular gerçekçi bir yaklaşımla olduğu gibi kabul edilmelidir. Çocuğu korku duyduğu objeyle karşı karşıya getirmeye çalışmak da hatalı bir yöntemdir. Onun korktuğu objeden uzaklaşmasına izin verilmeli ve ona güven duygusu aşılanmalıdır.
Örneğin, karanlıktan korkan bir çocuğa ‘ korkacak bir şey yok’ demek yerine, karanlık odaya birlikte girmek ve uzanabileceği yükseklikte açıp kapayabileceği düşük vatlı bir elektrik lambası koymak yararlı olur. Annenin karanlıkta çocukla çeşitli oyunlar düzenlemesi bu konuda yararlı bir yöntemdir. Yine köpekten korkan bir çocuk zorla köpekle karşılaştırılmaya çalışılmamalıdır. Köpekle oynayan yaşıtlarını görmesine fırsat verilmelidir. Çocuk yeterince büyüdükten sonra eve beslemek üzere köpek alarak hayvanla yakınlık kurmasına ve güven duygusunu pekiştirmesine fırsat verilmelidir. Sudan, denizden korkan bir çocuğu, bağırta çağırta suya sokmak korkuyu pekiştirir. Bunun yerine, çocuğu su kıyısında, kumsalda oynamaya bırakın. Küçük bir havuz yaparak suyla barışmasını sağlayın. Göreceksiniz, sandığınızdan daha kısa sürede başarı kazanacaksınız.
Korkunun nedenlerini araştırın. Ev içinde korkutucu tutum olup olmadığına bakın. Çocuk oyundan ve arkadaştan yoksunsa, bunlara olanak yaratın. Aşırı koruyucu tutumları gevşetin. Kendi işini kendi görmesini sağlayın. Çocuğa süre tanıyın. ‘Çivi çiviyi söker’ yöntemini kullanarak, korkuları bastırmaya, bir korkuyu başka bir korkuyla yenmeye çalışmayın. Zamanla gelişim sürecinde bu tür korkular kendiliğinden kaybolur.
Çekmeköy Helen Doron Anaokulu Müdürü Uzman Pedagog Nevin Ekşi Knezeviç